29 Eylül 2008 Pazartesi

özleme isyan, isyana doğum...

senin ismini ve sıfatını kullanmadan, seni özlemek istiyorum.. özlediklerim de oldu, ama belki de hiç bugunkü kadar olmadı. öğlen iki gibi içtiğim çorbanın içindeydin.. gerçekten, şaka yapmıyorum. bildin hangi çorba olduğunu. senin en güzel yaptıgın.. mercimek çorbası. kimyon yoktu içinde biliyor musun? halbuki sen bi dünya kimyon koyarsın, kekik koyarsın, karabiber de koyarsın.. hep çok şey koymak isterdin, söylerdin de.. ama koymadın değil mi? koyamadın.. ne, sanki soğan da yoktu bu mercimeğin içinde. soğansız mercimek corbası mı olurmus! olmamıştı zaten biliyor musun.. hiç olmamıs..

peki neresindeydin sen bu çorbanın? her şeyi eksikti, sen neresindeydin? nasıl geldin ki aklıma, nasıl özledim seni..

çok özledimmmm, çok özledimmmmm. ama yoksun hiç bir yerinde, ismi vardı sadece, birinci dereceden bir bağlantıydı bana mercimek, seni unutturmayan, senin koyduklarınla, bulduklarım arasındaki farkın mutlak değeriydi seni hatırlatan. o kadar eksiydiki bu fark, ben ekledim mutlak işaretini. istemedim eksikliklerinin çorbamı soğutmasını.. aramızdaki tek bağ bu çünkü. inanabiliyor musun buna? kaldırabiliyor musun bunu? nasıl izin verebiliyorsun buna!!

çok özledim be seni. inan.. kimsin sen? sen bir mercimek çorbasısın lan! sen bir kurufasulyesin! bundan daha fazlası olamadın hiç! ama çok özledim ulan seni, çok özledimm. sana ait sıfatlar kullanmak istiyorum, düz cümleler kurmak istiyorum, içinde senin oldugun zarlar atmak, içinde senin olduğun kadehler kaldırmak istiyorum..

yoksun ulannn, yoksun işte. dogum gunum ulan benim bugun, yoksun... küfürler sıralamak istiyorum, en sıradanından, hareketler cekmek istiyorum, en doğalından.. sonraa kızıyorum kendime, sana olmasa da mercimeğe ekmek banıyorum..

28 Eylül 2008 Pazar

Pürüzsüz Adem Elması.. Bölüm 1

herkesin çift cinsiyetli oldugu gezegende, yılda sadece bir gün, herkesin istedigi cinsi seçme özgürlüğü vardı...

-padişahımız uyandılar mı uşak?
-evet efendim, haremde balıkları beslemekteler, ama dikkatli olunuz, biraz sinirliler, sanırım uykularını alamadılar. Dün gece Sultanlar Sultanı Eldanar ile beraberlerdi, sanirim balik tutmuşlar, şimdi de af dilemekteler efendim. O yüzden dikkatli olunuz, hürmetler efendim...

Darilfülfüller Sorumlusu hareme girdiğinde Padişahlar padişahı Elros sakallarını tarıyordu, bir eli de kulağındaydı, sağ kulağındaki çiçekli küpe onu kaşındırmışa benziyordu. Çok düşünceli bir şekilde aynaya döndü, badem yağını saçlarının önlerinden arkaya doğru sürmeye başladı.

-Padişalar padişahımmm Elros! O sakallar yarin size çok yakişacak efendiimm! Harikuladesiniz, muhteşemsinizzzz! İnanamıyorummm !!

Padişahlar padişahı Elros yüzünü çevirmeden aynadan dimdik baktı ! , bu edepsizin kafasını bir el işaretiyle vücudundan kopartırabilirdi ! Darilfülfüller Şahı anlamış olmalı ki, boynunu eğdi, göz bebeklerinin rastladığı Padişahlar padişahı Elros'un bacaklarını görünce tüyleri diken diken oldu, titremeye başladı. Jilet gibiydi bacakları, tek bir pürüz yoktu, ayak bileklerini altmış derece eğmiş, aynada nasıl göründüğüne bakıyordu Padişahlar padişahı Elros, çünkü yarın kadın olmayı seçmişti...

27 Eylül 2008 Cumartesi

aslolan kanıtlardır...

bayağı uzağa fırlamıştım.. ustum başım paramparçaydı, karanlıktı, simsiyah, zifiri karanlık, ama hissediyorum böğrümden akan kanın koltuk altımdan belime doğru hızla aktığını. Üşüyorum da, gittikçe üşüyorum.

çok olmadı, herkes tepemde bitti.. polisler, gazeteciler, sadece bakmak için gelenler, sadece dinlemek için gelenler, ve sadece baskalarına anlatmak için gelenler... fotograflarım cekiliyordu, hem de her bir tarafımdan.. hepinizi goruyorum..

bir suru şey soruyorsunuz.. nasıl oldu? kim yaptı? sen nerdeydin, yakında mıydın? gordugun sey neydi? ne duydun? hadi anlat bize, konuşşşş! bir şeyler soylee!!

bazıları sadece üzülüyordu.. aman tanrımmm! dayanamayacagım, ne yapmıslar, zavallı adam, ne hale gelmiş..

bazıları laf yetiştiriyordu.. adam burada çalışıyormus, işini seviyormus, ama işte geç davranmış, erken çıksaymıs olmazmıs.. ama ne yapcan işte..kader.. keşke dokunmasaymıss.. keşke dinlemeseymiş...

biri iyice yaklaştı yanıma.. ateşime baktı. ölümden sonra cesedin sıcaklıgının her bir saatte bir derece düştügünü söyledi. otuzbeşbucuktu vucut sıcaklıgım. yani bir saat geçmiş. oyle dedi.. nerden biliyorsun diye sormak istedim.. ama sadece gorebiliyorum.. konusamıyorum.. hepinizi goruyorum.. nerden biliyorsun? nerden biliyorsun ilk vücut sıcaklıgımı? kaç dereceydim biliyor musun? kimse hesaba katmadı bunu.. kimsenin umrumda değildi. hepinizi goruyorum..

inceleme ekipleri sonradan geldi.. hiç konusmadılar benimle. onlar pek konusmazlar zaten. sadece olayın nasıl olduguna bakarlar.tek gerçek vardır: kanıtlar. onlar her şeyi soylerler. ceketimin ustunde bir şeyler gordu. baruttu buldugu sey. aklına hemen bomba geldi.. baska barutlar da buldu, ilerde, daha da ilerde. bombanın patladıgı yeri buldu. oraya gitti. vardıgında bana bakıyordu. cok uzaktaydım. bayagı uzaga fırlamısım, epey, cok uzaga..

iyice titremeye basladım, 34'e dusmustur sıcaklıgım.. yeter artık, sormayın! sormayın.. yine geldiler.. merak ediyorlardı.. nasıl bir bombaydı bu. ne kadar buyuktu.. yeterrrrrr, yeter sormayınnn. yeterrr. kulaklarım parçalanmıstı, kulak zarım filtreleyemiyordu, butun sesleri çıktıgı gibi duyuyordummmmm..

dayanamıyorummm, ne olur sormayın onu bana, sormayınn..

önemi var mıydı, bombanın büyüklüğünün? önemi var mıııı polis hanım? önemi var mı gazeteci arkadaşş? önemi var mı komşu teyzeeee! yeterrrr sormayınnn, fırladım işte,fırladım onlarca metre uzaga..

gözden kacırdıgınız tek şey var.. önemli olan bombanın büyüklüğü değil, etrafındaki havanın basıncıdır!

iyice soğudum, sıcaklıgım kim bilir kaç.. zaten merak da etmiyorsunuz değil mi? uzaktayım çünkü artık, soğuyorum, gidebilecegim tek yer var, biliyorsunuz, ama hepinizi izliyorum.

ama çok üşüyorum, artık ne olur sormayın, ne olur...

25 Eylül 2008 Perşembe

Notalarım

-bir sarki calim mi sana?

-şarki çalma bana, beni çal ,

-ama nasil olcak ki, sen cok kom-kompleks birisin, hani bir de ben calmayi hiç ogrenemedim bu zıkkımı. nasil caliniyor bu? nasil? sen caliyordun, calmistin bana zamaninda, hadi soyle?

hangi notayla baslamistim hayata, do? re? si? fa? onemi yoktu.. do'yu sectim.

- butun notalara basmalisin ozaman, hepsine basmalisin biliyorsun değil mi? do ile basla calmaya, ama ne olur uzun olmasin...

uzun do sesi..bitmek bilmeyen bir do sesi.. o kadar kalindi ki, o kadar agırdı ki, parmaklarim bile gerilmişti.. cok bunaltti. parmak terliğimi coraplarimla giydiğimi anladim. ordek ayakliydim sanki, birden ordek oluvermiştim, kafami suya soktum, offf buz gibiydi, cok rahattı, cok rahattıııı. cıkmak istemedim o yerden, o kadar da istemiyordum bu uzun do'yu.

-ne olur yavas yavas incelt beni, atlama sakın notaları, re'yi yasat bana, re, sonbaharin sesi, kadifenin teni re. ne olur sonrabahara gotur beni..

serindi, bayağı serin, sert parçalar çalıyordu teypte. baterinin sesi kulak zarlarima bir ileri bir geri emrediyordu. ruzgar da oyleydi, goruyorum, hissediyorum, sallanan ağaclar oyleydi. cok sertti bu parça. uffff.

- Alll! dedi, Gozlerinin içine bakmadan aldim tepsiyi. bir dilim peynir, 3 tane zeytin, bir kupanın bir parmak asagısı kadar dolu çay, yarım da ekmek vardı. peynir beyaz olur değil mi dedim kendi kendime, bu peynir yeşile çalıyordu, küflenmişti. ekmek nokta nokta yeşilimsiydi. çay bardağında daha onceden kola içilmiş, belliydi. once yaglı bir sey yenmiş, sonra kola doldurulmus. cunku lağabodan yıkanmak değil durulanmadan içine çay konulup tepsime dizilmişti bu bardak. kupa bardagıydı, goruyorum. kahverengiye calan tozumsu bulutlar, kupanın iç yüzünde, bulaşık lağabosunun tortularını damagıma serpiştiriyordu...

-çıkmak istiyorum burdan, ne olur ne olur, değiştir bu notayı, ne olurrrr..

kendimi sol'da bulmustum, sol... ne kadar sade ve durgundu.. ozgurluk sol'da mıydı? bilmem, ama olmustu, ozgur oldugum, gecenin üçünde uğur mumcu parkında arpa yudumladıgım olmustu, hatırlıyorum. denize yakındık, lokalden gelen ahmet kaya parcası da sol'du. grup yorumun cemosu da. var mıydı benden daha ozguru. hissediyorum.. hatırlıyorum. ozgurum ozgurummmmmmm!!!

işte şimdi plonje yapmanın tam sırası..

-hangi notadayız?
-sen seç...
-hep ben sectim..
-rastgele basiyorum ozaman?

hangi notaya bastin benim için..

ve tanrı...

sıra meleklere gelmişti, anlatıyordu amcam:" evladım sana bişe diyimmi, bole yemin ediyorum geldi bembeyaz birsey, kalbim nasıl ferahladı, sanki ucuyordum. sonra kendime geldim, dısarı cıktım,birbaktım, aman allahım her şey değişmiş, insanları farklı goruyorum."...
eee amca..."bak evladım, allah seni inandırsın, bu ipneler var ya bu ipneler, bunlarda ne iman var ne bişe, bak şimdi amarikaya, cogu sokakta yatiyor, bak deniz nasıl dolup ustlerine biniyor zannediyon yegenim, bunlar kitapsız, bak bi de araplara, allah onlara petrol vermiş, anasini .ikim, adamin yedmiş milyar dolari var,uleyn bizim borcumuz yok okadar, anasini avradini... neden, cunku bizde iman varrr. bakkk gokte yarab..goruyon demi. bunlar şans değil evlat, allah seni inandırsın.."

ve tanrılar, aralarında fısıldastılar, iknada mıydı her şey, cok mu inandırıcıydık, ümit mi veriyorduk, söz mü? kandık mı kandırdık mı, yolundan mı cevirdik? bu kadar basitmiydi, acizmiydi bu şeyler! yapmadılar, aşkların kibretleri tutusturdugu cennetler diyarında, mumları sonduren ikna ruzgarları olamazdı, tanrılar bitaraflarıyla gulerdi buna. hiçbiri ikna etmek istememişti,hiç biri bu ozelliğini kullanmadı, senin de dediğin gibi her şey yazılıydı, ve indirilmişti, düpedüzdü, yalındı, oldugu gibiydi, değişmesi beklenmedi, istenilmedi. ikna olmak senin elindeydi, inanmak senin elindeydi. ama sen değiştirmek istedin. inandın, var olandan baska hiç birseye inanmadın emin ol! oyle dedi dişi tanrı, sen sevdin, ikna olmadın, sen yaşadın, yaşatıldın, sevildin, ve biz hiç karısmadık, cunku hepsi senin içindi.

mukemmel bir amcaydı, belki de ondan mutlusu yoktu, kimseye de zararı yoktu, tanrılar da dinledi onu ve cok sevdiler, sacmalasa da cogu zaman,hepsi sevdi onu, kimseye zararı yoktu çunku, iyi adamdı, sevgiden, hosgoruden soz ediyordu, ipne dedikleri için," kıyamayız onlara, savaşta bile cesuruz biz, kadına coluga karısmayız,imanlı adamlarız biz" diyiveriyordu. temizdi, netti, dengeli ve tutarlıydı. su kacırmıyordu biryerinden, tanrılar da onu batırmaya calışmıyordu, cunku istedikleri sadece buydu, sadece bu.

kimseye karışmadık, soz etmedik namazına, ezanına, neysek oyuz demekten baska ne dedik, karısmadık orucuna, zekatına. buydu tanrıların istedigi..sevdiler onlar hepimizi, batırmaya calışmadılar bizi. annemiz kadar sevdik anneni, babamız kadar sevdik babanı, belki de daha fazla, ama tanrılar bunu yadırgamıs mıydı? ben yadırgamadım, tanrıyla terlikleri değiştik, yollarımız aynıydı.

aydın mıydık, aydınlaşmış mıydık? kim cıkarttı bunu, gerçekleri konus dedi tanrı, bazılarına da oku demiş diğer tanrı ücra köşelerde. gerçekleri konustuk, konusmaya calıştık. olmadı.. neden? çünkü sen delikler acıyordun 5.vitesle giden geminin kıç tarafında, tanrılara hiç kulak vermedin sen, elbette bogulacaktı bu gemi yobazlar girdabında, ama aydın değildim ben, cunku aydınlatamadım, bir kibrit kadar olamadım,çünkü aşklar diyarında yobazlar rüzgarı sondurdu beni!

huseyin abi oradan araya girdi:"(alttan alttan gülerek) yahu bu kadar konusurken biraz da kendimize baksak, bi çeki duzen versek?", belli ki şarapcıydı amcamız, kesti sozunu sigarasından bir fırt daha cekerek:" allah seni inandırsın agzıma surmuyorum huseyin. valla bak, anasını avradını sattıgımın, bıraktım ama valla bak, tovbe ettim, bak elimde de tesbih, sıkıldıkca sayıyorum allah seni inandırsın"...

halbuki bir gun olsun içkili gelmemişti yanına, bir gun olsun sigara bile içmemişti yanında, saygı değildi bu, balıgın içtigi su kadar normaldi, bizdendi, sevgidendi, yasamdandı. didikledikce işte bunlar çıktı ortaya, hiç bir zamanda değişmedi, hep aynıydı. tanrılar karısmadı. sevdiler bile, iman buydu cunku, bircocuga verilebilecek en değerli sey de buydu.. dedim ya, doğarken başakların arasından tanrıdan miras kalmıstı belki...

ama, tanrının kızı yetiremedi, açtıgı delikleri kapatmasını istiyordu birer birer, kac kolu vardı bu oğlanın, kac deliği kapatacak kadar. yetemedi, yetiremedi...

insafsızsın dedi tanrının kızı? kandırdın beni, sevdirdin kendini, ikna ettin beni, kapatmadın delikleri, hani kapatacaktın! insafsızsın, sevdirdin kendini. ben sevmedim seni, sevdirdin sen kendini. tanrıların dilinden konusmuyordu tanrının kızı, sevmek sevendendir, tanrılar uzuldu, oğlan da uzuldu, amcam da uzuldu...

hiç işine gelmedi tanrının kızının... düşünmek bile istemiyordu bunları... bu ozellikleri hatırlamak istemiyordu, istediklerini hatırlıyordu, hangimiz çakaldı, hangimiz kuzu? oylesine bir çıkmamıydı, çakmamıydı, çakalmıydı,kuzumuydu? tanrılar bunu dusunuyor..

tanrının kızı tanrıya yar etmiş kendini, sevemez boyle insanları, bir yere kadar, anca gonul eglendirir, ama sevemez, cunku tanrıya yar etmiş kendini, kendini tanrıya yar etmiş tanrı evladında bulacak kendini. tanrılar bu sozleri duymak istemediler, cunku ezanı aşklar inletiyordu o sırada her yeri, sevişme vaktiydi, ama tanrının kızlarına ve oglanlarına yer yoktu...beyhudeydi.

kandırmaca değildi, sittiri boktan bir yalandı bu, kim sevmezdi tanrının evladını, tabi, sen bile seversin hekimoglu, tanrı oglu. cunku tanrılar başakların arasında miras bıraktılar, ve bu mirası hepimiz paylaştık...

şimdi ben, yapamayacagım, rahatlatamayacagım seni, belki camiden cıkan bir halam rahatlatacak seni ya da kiliseden cıkan papaz oglan. ama ben değil, abuk subuk seyler soyleyemeyecegim kulagına, sacma sapan aydınlatıcı cumleler kurmayacagım sana, gıcık olamayacaksın, rahatlatamayacagım seni. tanrıların evlatlarıyız biz. başaklarda kaldı bize miras, değişmeyecek, hiç ama hiç, dun ne idiysek bugun de oyuz. rahatlatamayacagım seni, ve sen alamadıgın mirasını alabilmek için davalar acacaksın, yeni yeni hayatlar kuracaksın, davanı kazandıgın an, işte o an, cennetler diyarında ezanı aşklar yeniden calınacak..
Yobaz : Bir düşünce ya da inanışa körü körüne bağlı olan, yaşam biçimini ve davranışlarını değiştiremeyen, ve bu düşünce ve inanışlarını başkalarını rahatsız edecek derecede ileri götüren, bağnazlığı tam anlamıyla yaşayan.

ve tanrı hiç alınmadı buna, içi gıcıklandı, kendinden şuphe ettiği oldu, zira ondeki osurduysa, arkadakilerin zicmasinda kizacak bişe yoktu. inan buna da alinmadı. kimse alinmadı, ben hiç alinmadım, yobaz oldugumuz da oldu, belki de doğarken başakların arasından, tanrıdan bize miras kaldı. alinma, ben hiç alinmadım.

radyasyon...

hangisiydi radyasyon, bilgisayardan çıkanlar mı,yoksa bakışlarından mı, dudaklarından mı. iyice artmisti miyopum, ekrana baktikca uzaklaşıyordum kendimden, artiyordu miyopumun numarası. ve sen, hangisiydin? son zamanlarda artmişti miyopum, 1.5 takiyordum, şimdi 2.5 takiyorum. radyasyondu, baktıkca, işittikçe uzaklaşiyordum kendimden. uzak durun radyasyonlardan, uzak durun, ben kendi gozlerimi istedim, ve sen bana çerceveleri yakistirdin. 1 derece yuksek ve 1 derece uzagım şimdi. radyasyondu, sadece radyasyon.
oturdugum masanin pencereye bakan tek acisindan aynada yansimani izlerken ben, kahkahalarinla uyandim satir aralarindan. cımbızla cektim kendimi, okadar kuculmustum, buyudum buyudum.
yuzlerce fotograf sildim anılar diyarından ve tanri deklanşöre dokundu, patlamadı flaş.
ve tanrıların aşka oruç günü geldi çattı, "ezan-ı aşk"ın okunmasına daha çok vardı.