20 Ekim 2008 Pazartesi

içimizdeki 'son' özlemi

sonu beklerken geldi sonlar, son buldu sona ait olmayan anlar...

duyuyorsun beni, okuyorsun beni, izliyorsun. gözlerimi kapatıp yanımdan ojeli tekerleklerin yuvarlandığı yolun kaldırımında kısa adamlarla yürürken, kalbim aksi hamlelerini yineledi. yavasça yürümenin verdigi asabiyet ve adrenalin kalp atışlarımı hızlandırdı. yavaş yürüdükçe attı kalbim, parçalandı. kapalıydı hala gözlerim, göz tanelerim kapkara bir ekrana bakıyordu, ekranın sol kenarındaki imleç, yanıp yanıp sönüyordu, parmakların uçlarında yazılmaya hazır olmayan kelimeler beynimde akıyordu. Sen sağ arka köşemden hayatın adiliğini izleyeceğin yere geçerken ben yazılmamış, nasıl yazılacagı belli olmayan hayatımı bekliyordum kapkara ekranda...Anların bir gün dilimi bitirdiği zamanlardı bunlar, Pürüzsüz Adem Elması'nın ikinci bölümü yazılmış, çizilmiş, çoktan perdelenmişti....

çok saatler önce....

çektiler silahlarını, vuruştular! vuruştular! kimseler yok burada, dünyevi pislikler yok, tozlar bulutlar yok! bir iki saat önceden yıkamışlardı orayı, her yer temiz, çektiler silahlarını, çektiler. kimsenin haberi yok bu olanlardan... tanrılar yere indi gördün mü? sessizlikler bozuldu, kalemler kırıldı, tanrılar yere indi duydun mu? ard arda geliyordu hamleler, keskin sözler, derin yaralar, bıçak sırtı ikilemler, açıklamalar. peşpeşe geldi hepsi, tanrılar vuruşuyordu, boşalıyordu tanrılar!

uzun sürmedi... süremezdi, damlamaya başlayınca kabullenmişliklerin suyu, vurulur muydu? damlamaya başlayınca ümitsizliklerin suyu, kovulur muydu? tanrılar, birbirini seven tanrılar, temizlediler etrafı, eser yoktu sonu getiren düşüncelerden, pürüzsüzdü adem elması, özlenilen..

sarıldılar tanrılar, yalvardılar tanrılar, annelerini çağırdılar, babalarını andılar, sarıldılar tanrılar, koklaştılar tanrılar, bağıra bağıra ağladılar tanrılar!

depremler kopuyordu yer yer, sallantılar irili ufaklı sürüyordu, inlemeleri kaçırıyordu pislikleri, eser yoktu sonu getirenlerden. mümkünmüş böyle bir hayat(?) uzaklarda, habersiz, görünmeyen ötelerde..

çook saatler sonra...

bakma yürüdüğüme, iki gözüm de arkamda. çıkarken basamakları adım adım, duvara vurdum sol böbreğimi, bir ah! çektim, bozmuşum kafayı yine, yakaladım kendimi, oğlum, yanlış oynuyorsun hala şu tetrisi.. bir ah çektim. sonlar geldi yine aklıma, ferudun geldi aklıma.. ulan ferudun, ulan ferudun, adam mısın!

Sonların adamı ferudun, sen an'ı yaşayamazsın ferudun, çünkü sen yanlış seviyorsun ferudun, sen yanlış sözler yazıyorsun ferudun. sen sonların adamısın ferudun!

Söz ver duma öyle bana söz ver/ bakışına kanmam artık söz ver/çok zor soru değil bu hadi çözver/ birlikte ölecek miyiz?

ne istiyordun ferudun! bu şarkıları bize sen okuttun ferudun! son hazırladın kendine, bana hazırladıgın gibi. neyi istiyordun ferudun! acelen neydi feridun!

sonra, sonra zırlamaya başladın ferudun;

Belki güneş bir gün bizim için doğar/Belki korkuları hayallerimiz boğar/O masal günü gelinceye kadar; susuyorum/Susadıkça yüzün düşer aklıma/Korkar oldum düşlemekten

Gel bak bir elimde gökyüzü var hala/Ötekinde kayıp giden yıldızlar la la/Korkular da benim umutlar da/Beni bırakma

ne diyorsun sen ferudun! ne zırvalıyorsun ferudun! sana hareketler cekiyorum ferudun! sonları sen hazırladın be biraderim, insanlara söylettin, allah belanı vermesin ferudun!

sonlar son getirir hep, sonu düşlemek sondur. ayrılıklar, ölümler son değildir, son gibi görünenler, düşlenenlerdir. konuşuldukça gerçekleşti sonlar, halbuki, sonu yok hayatın, yaşananların, bir doğum gibi görmeli, bir süreci yaşar gibi yaşamalı. sonu düşünerek tamamlanmamalı yaşamlar. çünkü düşündüğün sonlar, son olmadı hiç bir zaman. ne bilim, belki de mümkündür bu yaşamlar, dünyevi pisliklerden uzak hayatlar, el ele kol kola tanrılar, gözlerden uzak, koklaşırlar.. az zaman da olsa gerçekleşti bu yarınlar, belki de, belki de yaşanacak sonları olmayan, pisliksiz, pürüzsüz zamanlar...

15 Ekim 2008 Çarşamba

Biriktirilenler: Ekşi bir oyunun içinde oyunmuş ardından kalan

ardından kalanların bir kısmını daha akıttım bu gece boğazın serin sularına.. bitmemiş nefretim, hınçlarım.. ben farketmeden oynanıyormuş bu tetris, oyunun içindeki oyunmuş meğersem.. yaşananlar, hepsi gözlerimden boğaza aktı bu gece.. burnumda sümüğümle buluştu, dilimin ucuna vardı. Ekşiymiş tüm olanlar, kayıp gitti boğaza doğru. çıkardım peçetemi, sildim burnumu. bitmemiş ama, hala bitmemiş, şimdi kalanını çıkaracağım, burnumu çekmeyip, sümküreceğim...


Bütün utangaçlığımla, seviyesizliğimle, en adi tarafımla küfredeceğim size ey şerefsizler! Görüyor musunuz şu yandaki resmi? Görüyor musunuz ey yobazlar! ey din tüccarları! bire dümbükler! bire aşağılıklar! Görüyor musunuz! Bu çocuk kadar olabildiniz mi hiç bir zaman? Bu çocuk kadar doğal kalabildiniz mi? Gerçekçi olabildiniz mi? Bizden diyebildiniz mi? Ey adiler! Şu çocuk kadar temiz misiniz? Bre pezevenkler, şu çocuk kadar dünyayı sevdiniz mi! İnsanları sevdiniz mi! Bu benim yeğenim. Ona baktıkça eriyorum günden güne, ağlıyorum, siz ağlayabildiniz mi lan eyy din satıcıları, yozlar, tanrısızlar! Kullandınız ulan beni, yeğenimi de kullandınız! Ne istediniz lan benden! Neeee! Ne istediniz yeğenimden! Neyimizi vermedik ulan size! Kendimiz için ne istedik! Ama siz, bire kahpeler, bire bu oyunu oynayanlar, sizler hep istediniz, kendinizi göklere çıkardınız, hep kendinize istediniz. Bencilsiniz ey kahpeler! Kendi huzurunuzdan, kendi mutluluğunuzdan başka bir şey istemediniz! Bir gün olsun sevdiniz mi! Bir gun olsun! Hayatımı çaldınız ibnetörler! Sevdiklerimi çaldınız şerefsizler! Bütün sümüğümü yüzünüze fırlatiyorum!


Hala ekşi her şey, seviye düştükçe sıradanlaştı kelimeler, adileşti cümleler, an be an eridi bu adam. Hiç sorun değil. Bu son! Buraya kadar. Hepinizin suyuna turp suyu sıkayim! Beş para etmez herifler, kadınlar. Azıcık utanın da, biraz titreyin. Biz kimseye git demedik, kovulan olduk. Sevdik, satılan olduk. Bitti artık ey yavşaklar! Size karşı bu kadar adiyim, bu kadar utanmazım, bu kadar da kötü konuşuyorum ey yobazlar! Bitti. Masalın sonu geldi, ne arayın ne sorun beni. Gidin uzaklarda, yakınlarda aşık olun birilerine, sevgi cümleleri kurun, sevişin, koklaşın. Ekşi ekşi yaşananlarınıza biraz olsun insanlık ekleyin bre hayvanlar!


Burada yazılanlar bir çok şeyin kısa yoludur, tembelliktir, adiliktir, seviyesizliktir, adam üzmecedir, silmecedir, isyana doğumdur, dünyaya hayvanca bakmaktır, bebek kadar olamamaktır.


Özür diliyorum ey insanlar, insan bildiklerim. Utanıyorum kendimden ve de yeğenimden. Ama bu sondu, ardından kalanların son kısmını da bıraktım boğazın derinliklerine böylece..


Bir fırt daha çekti sigarasından.. Bakarken üstünden arabaların geçtiği meyhanenin yanıp sönen ışıklarına, sarıldı yanında dizini sıvazlayan gelinciğe. Bir fırt daha çekti sigarasından, bir damla daha bıraktı, ekşiydi, ekşiydi, meğersem hep ekşiymiş, düzmeceymiş, oyunun içinde oyunmuş ardından kalan. esnedi, iyice esnedi, bütün nefesi burnundan çekti, kapattı günlüğünü.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Tetris

Zeytin dalı uzatıyorum öfkelerime, hınçlarıma, pisliklerime, kederlerime, nefretime. korkuttunuz beni, titrettiniz, içkiler ve sigaralar içirdiniz.. Defalarca, defalarca ağlattınız beni, tutmuyor ellerim, kapatamıyorum yüzümü, yürüyemiyorum, ağrıyor ayak parmaklarım, ayak serçe parmağım, bir masanın demirine çarpmış gibi...

Ne zamandır söylüyorum kendime, hızlanıyor bu oyun, yetişemiyorum, biriktiriyorum bütün harflerimi. Yan yana getiriyorum Z'leri, T'leri, N'leri.. üstüste koyuyorum, eviriyorum çeviriyorum, tekrar tekrar koyuyorum. Yeni yeni katlar çıkıyorum, katmanlar yaratıyorum, hızlanıyor bu oyun, sıklaşıyor Z'ler, delik deşik ekranım, delikli her yanım, yürüsem bu duvarlarda bir düşerim bir çıkarım...

Tut kolumdan da çek bir kere olsun, acıyor dedim parmaklarım, acıyor her bir damarım, uyuşturuyor kanımı bu damarların içinde ne varsa. Diyorum kendime, oğlum biriktirme bunları, dağıt kenarlara, yüklenme bu kadar parmaklarına. Ama yok, morardı parmaklarım, çivi çakarken parmağıma çekici vurmuş gibi...

Koşuyorum koşu bandında, normal seyrinde her şey, sakin ve tutarlı. Koşuyorum durmadan, dengeli ve sabırlı. Durur gibi oldum bugun. Bir anlığına bile olsa durdum. Geri geri sarmaya başladı her şey, tersine akıyordu bütün sular. Öylesine korktum öylesine ürperdim, dağılıverecekti bütün kumlar, yüzü görünecekti sakladığımın. O kadar kolaydı ki başa donmek, kendimi öylesine bırakmak yeterliydi. Bir an için durmak bile, oylesine sarstı ki beni, korktum, hayallerimde eski bir ben gördüm. korktum. açılıyordu yüzü perde perde, durma'larım artacaktı görüyorum. Donecektim geriye serpe serpe, iyi ki korktum, iyi ki korktum.

Hızlanıyor bu oyun. Üstüme üstüme geliyor harflerim. Yetişemiyorum, ilk bulduğum yere koyuveriyorum. Dağınıklar, anlattığım gibi, hangi tarafa çeksem bilemiyorum. Hızlanıyor hızlanıyor, neresi ki bunun sonu, belli değil mi sonu? Yeter küçük bir dokunuş en tepesine bu kompozisyonun.. Demedim mi sana birader? Biriktirmeyeceksin birader! Görmüyor musun bir yanın hep boş birader! Nereye kadar birader! Anlamıyor musun birader!

Tetriste çubuk beklemenin sonu "Game Over" dır....

7 Ekim 2008 Salı

Reenkarnasyon




söz vermiştim kendime, yazmayacaktım bıyıklarımı....terhisine 3 ay kala izne geldi bizim mustafa. Vatkalarının altına gizledi künyesini, çıkardı yeşil-bordo beresini, gitti anasının kucağına. istemedi arzuyla dolu bakışlarının kaynağının görünmesini, hayli askerdi ya, anam bilsin dedi, sadece anam. Mahalleden geçerken süzüyordu dört etrafı, oynuyordu pistoluyla, eskitmişti askerde, tam vaktiydi kurcalamanın, vatkasının altında künyesi, beresi yerde..


yatarak bekliyor bacaklarının arasından gelecek doğmamışı kadın. yürüyor ateşlerde buram buram yanıyor her bir yanı. sağa döndü olmadı, sola döndü olmadı, yeni yeni çıkıyordu bıyıkları, kaşındırıyordu seni, bıyıkları vardı senin fındık kabuğu rengi saçların gibi, kaşındırdı, kaşındırdı, bir gün vardı ermesine, kesmeliydi bıyıkları. orada eridi kadın, yanıyor bacakları tırnakları....


-git burdan, kimsin sen sapık, git!! evliyim ben, çocuklarım var, karnımda cocugum var..

-öpüversem bacaklarını, dokunuversem vücuduna, bırak gireyim...


pencerenin önünde bitivermiş, izliyordu azgın azgın. durduramadı kadın. bir hışımla atladı pencereden, uzun sürmedi ıslanması, yağıyordu yağmur tam tamına 15 aydır...


sabah saat yediyi gösteriyordu, komşunun çığlıklarıyla uyandı rüyasından kadın. ölmüş bizim mustafa terhisine 3 ay kala, anası bulmuş yatağında, elinde pistolü, tutuyormuş sımsıkıca..ananın çığlıklarını susturdu kadınının feryadları, pencerenin kenarında doğurmuştu doğmamışı..


kestim bıyıklarımı, bir ay kadar oldu, şimdi niceleri çıkıyor en tazesinden. söz vermiştim kendime yazmayacaktım bıyıklarımı, anamın gülmeden seviştiği zamanlarda nasıl doğduğumu yazacaktım.. sen kırdığın an fındık kabuğu rengindeki saçlarını, özgür bıraktın her daim yeniden doğmalarımı...

2 Ekim 2008 Perşembe

Locard Teoremi

her yanım aydınlık, otobusun orta kapısının tam karsısındaki koltugun sol tarafındayım, burnum cama yapısık.. iyi bir hızla gidiyoruz, hava da yeni kararmıs, etrafta ayaz kokusu. o kadar aydınlık, camdan kendimi gorebiliyorum. iyi gidiyoruz. bacaklarımın arasında mağaza çantası; içinde de gomlegim, atletim, donum var. guzel kokuyorlar, çünkü o kadar kotu kokuyorlardı ki üstlerine parfüm sıktım. şimdi mis gibiler, kokladıkca koklayasım geliyor. kucagımda da bilgisayar cantası. siyah, fermuarı bozuk. cok ağır yalnız, bacak kıllarım derime yapışmıstı. kaşıyorum, uff hem de nasıl, kaşıyorummm, offff. cama bakıyorum, nasıl komiğim, kendimi goruyorum.. bir tek ben gülmüyorum ama, sen de gülüyorsun. sonradan farkettimm. harbiden bana gülüyorsun, hah, taksideki kız.. bana bakıyorsun, görüyorum.hah..

zaman oldukça yavaşladı, etrafımdaki insanların seslerini en kalın ve yavşak halleriyle işitiyorum, söndü bütün ışıkları otobüsün, sadece yeşilimsi ve mavilimsi gece lambaları var, çok yavaş ilerliyoruz, solumdan geçen arabaların arkasındaki kırmızı fren lambaları bir fırçayla şerit çekiyorlar sanki, sonra o şerit kayboluyor. Başım dönmeye başladı, bir yenisi daha, bir ileriii bir geriii, şeritler çekiliyorr ve kayboluyor.. içerisi iyice hararetlendi, nefesimdeki hayat taneleri camın bana bakan tarafında su damlalarına dönüştü, nokta nokta damla oldu. Kendimi tamamiyle gorebiliyordum bir süre önce, şimdi ise, nazar boncukları gördüğüm.

heheyyy, hala ordasın.. seni de hararet bastı, şimdi titremeye başladın, bana bakıyorsun, gözlerinde bitip, tüylerinde var oluyorum, hissediyor musun? kulaklarında belki de bir keman sesinin en iç gıcıklayıcı tonunu duyuyorsun, yukardan aşağıya defalarca salınım yapan yayın tellerinde kaybolmak istiyorsun.. bana bakıyorsun, off hararet bastı, her şey hızlanıyor, her şey, ben de hızlanıyorum, otobüs şoförü bastıkça basıyor, önü bomboş, offf, ben de basıyorum, bazen önümde kalıyorsun bazen arkamda, bense sağa ya da sola dönmeni istemiyorum. hah, bana bakıyorsun yaaaa, hissediyorsun, yutkundun, benden aldığın göz taneleri şimdi boğazından vucüduna karışacak.

-hayır, yapamam yapamam, buna izin veremem, kendimi riske atamam, burda kapanmalı, burda son vermeliyiz!
-neden neden! bu çok farklı ama, bu bildiğin bir gül değil, bu bildiğin bir toprak da değil, dünyanın en güzel gülünü yetiştirebiliriz burda, neden görmüyorsun nedennn!
-hayır, güzel ama, böyle bir gülü dikemem ben, burda diktirmem, bunun vebalini kendime alamam. sen dikiyorsan dik, ben yokum.


nice güller ektin gördün mü? dalından tutup koktun mu? nice güller bitti gördün mü? paçalarını sıyırdılar, gül suyu kokuyordu dört bir yanım, uzadıkça uzadı dikenleri, kaçış yok, batıyorlar, batıyorlar her bir yanıma, paçalarını sıvamış, gül suyu kokuyorlardı, omuzlarında havluları, yok muydu benle ilgilenecek birileri, heyyyyy, burdayımmm, bakmayacak mısınız buraya, heyyy.. kalbime yediğim diken sondu, gül suyu kokuyordu her yanım, omuzlarında havluları, paçalarını sıyırmışlar.. nice güller ektin gördün mü?

ah taksideki kız, ah be güzel kız, yapılır mı şimdi bu, sen sola dönüp bana ellerini sallarken, kırmızı ışıktaydım ben. yakalayamadım ucundan parmaklarını, kapamadım tohumlarından bir tane. güzel kokulu güller çıkardı o tohumlardan, dikensiz, paçaları toprağa basan.. ah minik kız, ah şeker kız, bitirdin beni, yaktın beni. soğuyordu hava, camın benden tarafındaki damlalar yok olmuştu, nazar boncuklarından eser yoktu, salgın ışıklar sönmüş, yerini aydınlık parlak ışıklara bırakmıs, camda kendimi gördüm, önümdeki çantanın bozuk fermuarı iyice açılmış, bilgisayar düşmek üzereymiş, mağaza çantama attıgım şişe suyu farkettim, en altta kalmıs, cıkardım, uff mis gibi kokuyordu, hah, atletim donum kadar, hah, buz gibi olmuş uuuufff, içtim...

orta kapı açıldı, ineceğim durağa gelmişim, ayaz kokusu doldu içeri, ımmmm, hala seni görüyorum küçük kız, her yerimdesin, parmak uçlarındaki tohumların izi var dudaklarımda, kokusu var en sevdiğim gülün burnumda.
her yanımda parmak izlerin, nereye dokunduysan, nereye bastıysan, arkada ne bıraktıysan, farkında olmasan bile, aleyhine sessiz birer tanık bıraktıkların. Yalnızca parmak izlerin değil, saçların, elbisenin lifleri, kırdığın bardağın parçaları, kullandığın aletin izi, bütün bunlar ve dahası... Aleyhine dilsiz birer tanıktır. Bunlar unutulmayan tanıklardır. Heyecan anında aklı karışmayan tanıklardır. İnsan tanıkların varlığı bile onları yok edemez. Bunlar fiziksel delillerdir. Fiziksel delil yanılmaz. Yalan söylemez. Belki yalnızca yanlış yorumlanabilir. Ancak ve ancak insanlar tarafından aranırken, incelenirken, ne olduğu anlaşılmaya çalışılırken yapılan hatalar yüzünden değerlerinden kaybedebilirler.

"bir ortamı terk eden bir kişinin orada bulunduğuna dair iz bırakmaması ya da üstünde o ortamdan bir şeyler alıp götürmemesi mümkün değildir."

29 Eylül 2008 Pazartesi

özleme isyan, isyana doğum...

senin ismini ve sıfatını kullanmadan, seni özlemek istiyorum.. özlediklerim de oldu, ama belki de hiç bugunkü kadar olmadı. öğlen iki gibi içtiğim çorbanın içindeydin.. gerçekten, şaka yapmıyorum. bildin hangi çorba olduğunu. senin en güzel yaptıgın.. mercimek çorbası. kimyon yoktu içinde biliyor musun? halbuki sen bi dünya kimyon koyarsın, kekik koyarsın, karabiber de koyarsın.. hep çok şey koymak isterdin, söylerdin de.. ama koymadın değil mi? koyamadın.. ne, sanki soğan da yoktu bu mercimeğin içinde. soğansız mercimek corbası mı olurmus! olmamıştı zaten biliyor musun.. hiç olmamıs..

peki neresindeydin sen bu çorbanın? her şeyi eksikti, sen neresindeydin? nasıl geldin ki aklıma, nasıl özledim seni..

çok özledimmmm, çok özledimmmmm. ama yoksun hiç bir yerinde, ismi vardı sadece, birinci dereceden bir bağlantıydı bana mercimek, seni unutturmayan, senin koyduklarınla, bulduklarım arasındaki farkın mutlak değeriydi seni hatırlatan. o kadar eksiydiki bu fark, ben ekledim mutlak işaretini. istemedim eksikliklerinin çorbamı soğutmasını.. aramızdaki tek bağ bu çünkü. inanabiliyor musun buna? kaldırabiliyor musun bunu? nasıl izin verebiliyorsun buna!!

çok özledim be seni. inan.. kimsin sen? sen bir mercimek çorbasısın lan! sen bir kurufasulyesin! bundan daha fazlası olamadın hiç! ama çok özledim ulan seni, çok özledimm. sana ait sıfatlar kullanmak istiyorum, düz cümleler kurmak istiyorum, içinde senin oldugun zarlar atmak, içinde senin olduğun kadehler kaldırmak istiyorum..

yoksun ulannn, yoksun işte. dogum gunum ulan benim bugun, yoksun... küfürler sıralamak istiyorum, en sıradanından, hareketler cekmek istiyorum, en doğalından.. sonraa kızıyorum kendime, sana olmasa da mercimeğe ekmek banıyorum..

28 Eylül 2008 Pazar

Pürüzsüz Adem Elması.. Bölüm 1

herkesin çift cinsiyetli oldugu gezegende, yılda sadece bir gün, herkesin istedigi cinsi seçme özgürlüğü vardı...

-padişahımız uyandılar mı uşak?
-evet efendim, haremde balıkları beslemekteler, ama dikkatli olunuz, biraz sinirliler, sanırım uykularını alamadılar. Dün gece Sultanlar Sultanı Eldanar ile beraberlerdi, sanirim balik tutmuşlar, şimdi de af dilemekteler efendim. O yüzden dikkatli olunuz, hürmetler efendim...

Darilfülfüller Sorumlusu hareme girdiğinde Padişahlar padişahı Elros sakallarını tarıyordu, bir eli de kulağındaydı, sağ kulağındaki çiçekli küpe onu kaşındırmışa benziyordu. Çok düşünceli bir şekilde aynaya döndü, badem yağını saçlarının önlerinden arkaya doğru sürmeye başladı.

-Padişalar padişahımmm Elros! O sakallar yarin size çok yakişacak efendiimm! Harikuladesiniz, muhteşemsinizzzz! İnanamıyorummm !!

Padişahlar padişahı Elros yüzünü çevirmeden aynadan dimdik baktı ! , bu edepsizin kafasını bir el işaretiyle vücudundan kopartırabilirdi ! Darilfülfüller Şahı anlamış olmalı ki, boynunu eğdi, göz bebeklerinin rastladığı Padişahlar padişahı Elros'un bacaklarını görünce tüyleri diken diken oldu, titremeye başladı. Jilet gibiydi bacakları, tek bir pürüz yoktu, ayak bileklerini altmış derece eğmiş, aynada nasıl göründüğüne bakıyordu Padişahlar padişahı Elros, çünkü yarın kadın olmayı seçmişti...

27 Eylül 2008 Cumartesi

aslolan kanıtlardır...

bayağı uzağa fırlamıştım.. ustum başım paramparçaydı, karanlıktı, simsiyah, zifiri karanlık, ama hissediyorum böğrümden akan kanın koltuk altımdan belime doğru hızla aktığını. Üşüyorum da, gittikçe üşüyorum.

çok olmadı, herkes tepemde bitti.. polisler, gazeteciler, sadece bakmak için gelenler, sadece dinlemek için gelenler, ve sadece baskalarına anlatmak için gelenler... fotograflarım cekiliyordu, hem de her bir tarafımdan.. hepinizi goruyorum..

bir suru şey soruyorsunuz.. nasıl oldu? kim yaptı? sen nerdeydin, yakında mıydın? gordugun sey neydi? ne duydun? hadi anlat bize, konuşşşş! bir şeyler soylee!!

bazıları sadece üzülüyordu.. aman tanrımmm! dayanamayacagım, ne yapmıslar, zavallı adam, ne hale gelmiş..

bazıları laf yetiştiriyordu.. adam burada çalışıyormus, işini seviyormus, ama işte geç davranmış, erken çıksaymıs olmazmıs.. ama ne yapcan işte..kader.. keşke dokunmasaymıss.. keşke dinlemeseymiş...

biri iyice yaklaştı yanıma.. ateşime baktı. ölümden sonra cesedin sıcaklıgının her bir saatte bir derece düştügünü söyledi. otuzbeşbucuktu vucut sıcaklıgım. yani bir saat geçmiş. oyle dedi.. nerden biliyorsun diye sormak istedim.. ama sadece gorebiliyorum.. konusamıyorum.. hepinizi goruyorum.. nerden biliyorsun? nerden biliyorsun ilk vücut sıcaklıgımı? kaç dereceydim biliyor musun? kimse hesaba katmadı bunu.. kimsenin umrumda değildi. hepinizi goruyorum..

inceleme ekipleri sonradan geldi.. hiç konusmadılar benimle. onlar pek konusmazlar zaten. sadece olayın nasıl olduguna bakarlar.tek gerçek vardır: kanıtlar. onlar her şeyi soylerler. ceketimin ustunde bir şeyler gordu. baruttu buldugu sey. aklına hemen bomba geldi.. baska barutlar da buldu, ilerde, daha da ilerde. bombanın patladıgı yeri buldu. oraya gitti. vardıgında bana bakıyordu. cok uzaktaydım. bayagı uzaga fırlamısım, epey, cok uzaga..

iyice titremeye basladım, 34'e dusmustur sıcaklıgım.. yeter artık, sormayın! sormayın.. yine geldiler.. merak ediyorlardı.. nasıl bir bombaydı bu. ne kadar buyuktu.. yeterrrrrr, yeter sormayınnn. yeterrr. kulaklarım parçalanmıstı, kulak zarım filtreleyemiyordu, butun sesleri çıktıgı gibi duyuyordummmmm..

dayanamıyorummm, ne olur sormayın onu bana, sormayınn..

önemi var mıydı, bombanın büyüklüğünün? önemi var mıııı polis hanım? önemi var mı gazeteci arkadaşş? önemi var mı komşu teyzeeee! yeterrrr sormayınnn, fırladım işte,fırladım onlarca metre uzaga..

gözden kacırdıgınız tek şey var.. önemli olan bombanın büyüklüğü değil, etrafındaki havanın basıncıdır!

iyice soğudum, sıcaklıgım kim bilir kaç.. zaten merak da etmiyorsunuz değil mi? uzaktayım çünkü artık, soğuyorum, gidebilecegim tek yer var, biliyorsunuz, ama hepinizi izliyorum.

ama çok üşüyorum, artık ne olur sormayın, ne olur...

25 Eylül 2008 Perşembe

Notalarım

-bir sarki calim mi sana?

-şarki çalma bana, beni çal ,

-ama nasil olcak ki, sen cok kom-kompleks birisin, hani bir de ben calmayi hiç ogrenemedim bu zıkkımı. nasil caliniyor bu? nasil? sen caliyordun, calmistin bana zamaninda, hadi soyle?

hangi notayla baslamistim hayata, do? re? si? fa? onemi yoktu.. do'yu sectim.

- butun notalara basmalisin ozaman, hepsine basmalisin biliyorsun değil mi? do ile basla calmaya, ama ne olur uzun olmasin...

uzun do sesi..bitmek bilmeyen bir do sesi.. o kadar kalindi ki, o kadar agırdı ki, parmaklarim bile gerilmişti.. cok bunaltti. parmak terliğimi coraplarimla giydiğimi anladim. ordek ayakliydim sanki, birden ordek oluvermiştim, kafami suya soktum, offf buz gibiydi, cok rahattı, cok rahattıııı. cıkmak istemedim o yerden, o kadar da istemiyordum bu uzun do'yu.

-ne olur yavas yavas incelt beni, atlama sakın notaları, re'yi yasat bana, re, sonbaharin sesi, kadifenin teni re. ne olur sonrabahara gotur beni..

serindi, bayağı serin, sert parçalar çalıyordu teypte. baterinin sesi kulak zarlarima bir ileri bir geri emrediyordu. ruzgar da oyleydi, goruyorum, hissediyorum, sallanan ağaclar oyleydi. cok sertti bu parça. uffff.

- Alll! dedi, Gozlerinin içine bakmadan aldim tepsiyi. bir dilim peynir, 3 tane zeytin, bir kupanın bir parmak asagısı kadar dolu çay, yarım da ekmek vardı. peynir beyaz olur değil mi dedim kendi kendime, bu peynir yeşile çalıyordu, küflenmişti. ekmek nokta nokta yeşilimsiydi. çay bardağında daha onceden kola içilmiş, belliydi. once yaglı bir sey yenmiş, sonra kola doldurulmus. cunku lağabodan yıkanmak değil durulanmadan içine çay konulup tepsime dizilmişti bu bardak. kupa bardagıydı, goruyorum. kahverengiye calan tozumsu bulutlar, kupanın iç yüzünde, bulaşık lağabosunun tortularını damagıma serpiştiriyordu...

-çıkmak istiyorum burdan, ne olur ne olur, değiştir bu notayı, ne olurrrr..

kendimi sol'da bulmustum, sol... ne kadar sade ve durgundu.. ozgurluk sol'da mıydı? bilmem, ama olmustu, ozgur oldugum, gecenin üçünde uğur mumcu parkında arpa yudumladıgım olmustu, hatırlıyorum. denize yakındık, lokalden gelen ahmet kaya parcası da sol'du. grup yorumun cemosu da. var mıydı benden daha ozguru. hissediyorum.. hatırlıyorum. ozgurum ozgurummmmmmm!!!

işte şimdi plonje yapmanın tam sırası..

-hangi notadayız?
-sen seç...
-hep ben sectim..
-rastgele basiyorum ozaman?

hangi notaya bastin benim için..

ve tanrı...

sıra meleklere gelmişti, anlatıyordu amcam:" evladım sana bişe diyimmi, bole yemin ediyorum geldi bembeyaz birsey, kalbim nasıl ferahladı, sanki ucuyordum. sonra kendime geldim, dısarı cıktım,birbaktım, aman allahım her şey değişmiş, insanları farklı goruyorum."...
eee amca..."bak evladım, allah seni inandırsın, bu ipneler var ya bu ipneler, bunlarda ne iman var ne bişe, bak şimdi amarikaya, cogu sokakta yatiyor, bak deniz nasıl dolup ustlerine biniyor zannediyon yegenim, bunlar kitapsız, bak bi de araplara, allah onlara petrol vermiş, anasini .ikim, adamin yedmiş milyar dolari var,uleyn bizim borcumuz yok okadar, anasini avradini... neden, cunku bizde iman varrr. bakkk gokte yarab..goruyon demi. bunlar şans değil evlat, allah seni inandırsın.."

ve tanrılar, aralarında fısıldastılar, iknada mıydı her şey, cok mu inandırıcıydık, ümit mi veriyorduk, söz mü? kandık mı kandırdık mı, yolundan mı cevirdik? bu kadar basitmiydi, acizmiydi bu şeyler! yapmadılar, aşkların kibretleri tutusturdugu cennetler diyarında, mumları sonduren ikna ruzgarları olamazdı, tanrılar bitaraflarıyla gulerdi buna. hiçbiri ikna etmek istememişti,hiç biri bu ozelliğini kullanmadı, senin de dediğin gibi her şey yazılıydı, ve indirilmişti, düpedüzdü, yalındı, oldugu gibiydi, değişmesi beklenmedi, istenilmedi. ikna olmak senin elindeydi, inanmak senin elindeydi. ama sen değiştirmek istedin. inandın, var olandan baska hiç birseye inanmadın emin ol! oyle dedi dişi tanrı, sen sevdin, ikna olmadın, sen yaşadın, yaşatıldın, sevildin, ve biz hiç karısmadık, cunku hepsi senin içindi.

mukemmel bir amcaydı, belki de ondan mutlusu yoktu, kimseye de zararı yoktu, tanrılar da dinledi onu ve cok sevdiler, sacmalasa da cogu zaman,hepsi sevdi onu, kimseye zararı yoktu çunku, iyi adamdı, sevgiden, hosgoruden soz ediyordu, ipne dedikleri için," kıyamayız onlara, savaşta bile cesuruz biz, kadına coluga karısmayız,imanlı adamlarız biz" diyiveriyordu. temizdi, netti, dengeli ve tutarlıydı. su kacırmıyordu biryerinden, tanrılar da onu batırmaya calışmıyordu, cunku istedikleri sadece buydu, sadece bu.

kimseye karışmadık, soz etmedik namazına, ezanına, neysek oyuz demekten baska ne dedik, karısmadık orucuna, zekatına. buydu tanrıların istedigi..sevdiler onlar hepimizi, batırmaya calışmadılar bizi. annemiz kadar sevdik anneni, babamız kadar sevdik babanı, belki de daha fazla, ama tanrılar bunu yadırgamıs mıydı? ben yadırgamadım, tanrıyla terlikleri değiştik, yollarımız aynıydı.

aydın mıydık, aydınlaşmış mıydık? kim cıkarttı bunu, gerçekleri konus dedi tanrı, bazılarına da oku demiş diğer tanrı ücra köşelerde. gerçekleri konustuk, konusmaya calıştık. olmadı.. neden? çünkü sen delikler acıyordun 5.vitesle giden geminin kıç tarafında, tanrılara hiç kulak vermedin sen, elbette bogulacaktı bu gemi yobazlar girdabında, ama aydın değildim ben, cunku aydınlatamadım, bir kibrit kadar olamadım,çünkü aşklar diyarında yobazlar rüzgarı sondurdu beni!

huseyin abi oradan araya girdi:"(alttan alttan gülerek) yahu bu kadar konusurken biraz da kendimize baksak, bi çeki duzen versek?", belli ki şarapcıydı amcamız, kesti sozunu sigarasından bir fırt daha cekerek:" allah seni inandırsın agzıma surmuyorum huseyin. valla bak, anasını avradını sattıgımın, bıraktım ama valla bak, tovbe ettim, bak elimde de tesbih, sıkıldıkca sayıyorum allah seni inandırsın"...

halbuki bir gun olsun içkili gelmemişti yanına, bir gun olsun sigara bile içmemişti yanında, saygı değildi bu, balıgın içtigi su kadar normaldi, bizdendi, sevgidendi, yasamdandı. didikledikce işte bunlar çıktı ortaya, hiç bir zamanda değişmedi, hep aynıydı. tanrılar karısmadı. sevdiler bile, iman buydu cunku, bircocuga verilebilecek en değerli sey de buydu.. dedim ya, doğarken başakların arasından tanrıdan miras kalmıstı belki...

ama, tanrının kızı yetiremedi, açtıgı delikleri kapatmasını istiyordu birer birer, kac kolu vardı bu oğlanın, kac deliği kapatacak kadar. yetemedi, yetiremedi...

insafsızsın dedi tanrının kızı? kandırdın beni, sevdirdin kendini, ikna ettin beni, kapatmadın delikleri, hani kapatacaktın! insafsızsın, sevdirdin kendini. ben sevmedim seni, sevdirdin sen kendini. tanrıların dilinden konusmuyordu tanrının kızı, sevmek sevendendir, tanrılar uzuldu, oğlan da uzuldu, amcam da uzuldu...

hiç işine gelmedi tanrının kızının... düşünmek bile istemiyordu bunları... bu ozellikleri hatırlamak istemiyordu, istediklerini hatırlıyordu, hangimiz çakaldı, hangimiz kuzu? oylesine bir çıkmamıydı, çakmamıydı, çakalmıydı,kuzumuydu? tanrılar bunu dusunuyor..

tanrının kızı tanrıya yar etmiş kendini, sevemez boyle insanları, bir yere kadar, anca gonul eglendirir, ama sevemez, cunku tanrıya yar etmiş kendini, kendini tanrıya yar etmiş tanrı evladında bulacak kendini. tanrılar bu sozleri duymak istemediler, cunku ezanı aşklar inletiyordu o sırada her yeri, sevişme vaktiydi, ama tanrının kızlarına ve oglanlarına yer yoktu...beyhudeydi.

kandırmaca değildi, sittiri boktan bir yalandı bu, kim sevmezdi tanrının evladını, tabi, sen bile seversin hekimoglu, tanrı oglu. cunku tanrılar başakların arasında miras bıraktılar, ve bu mirası hepimiz paylaştık...

şimdi ben, yapamayacagım, rahatlatamayacagım seni, belki camiden cıkan bir halam rahatlatacak seni ya da kiliseden cıkan papaz oglan. ama ben değil, abuk subuk seyler soyleyemeyecegim kulagına, sacma sapan aydınlatıcı cumleler kurmayacagım sana, gıcık olamayacaksın, rahatlatamayacagım seni. tanrıların evlatlarıyız biz. başaklarda kaldı bize miras, değişmeyecek, hiç ama hiç, dun ne idiysek bugun de oyuz. rahatlatamayacagım seni, ve sen alamadıgın mirasını alabilmek için davalar acacaksın, yeni yeni hayatlar kuracaksın, davanı kazandıgın an, işte o an, cennetler diyarında ezanı aşklar yeniden calınacak..
Yobaz : Bir düşünce ya da inanışa körü körüne bağlı olan, yaşam biçimini ve davranışlarını değiştiremeyen, ve bu düşünce ve inanışlarını başkalarını rahatsız edecek derecede ileri götüren, bağnazlığı tam anlamıyla yaşayan.

ve tanrı hiç alınmadı buna, içi gıcıklandı, kendinden şuphe ettiği oldu, zira ondeki osurduysa, arkadakilerin zicmasinda kizacak bişe yoktu. inan buna da alinmadı. kimse alinmadı, ben hiç alinmadım, yobaz oldugumuz da oldu, belki de doğarken başakların arasından, tanrıdan bize miras kaldı. alinma, ben hiç alinmadım.

radyasyon...

hangisiydi radyasyon, bilgisayardan çıkanlar mı,yoksa bakışlarından mı, dudaklarından mı. iyice artmisti miyopum, ekrana baktikca uzaklaşıyordum kendimden, artiyordu miyopumun numarası. ve sen, hangisiydin? son zamanlarda artmişti miyopum, 1.5 takiyordum, şimdi 2.5 takiyorum. radyasyondu, baktıkca, işittikçe uzaklaşiyordum kendimden. uzak durun radyasyonlardan, uzak durun, ben kendi gozlerimi istedim, ve sen bana çerceveleri yakistirdin. 1 derece yuksek ve 1 derece uzagım şimdi. radyasyondu, sadece radyasyon.
oturdugum masanin pencereye bakan tek acisindan aynada yansimani izlerken ben, kahkahalarinla uyandim satir aralarindan. cımbızla cektim kendimi, okadar kuculmustum, buyudum buyudum.
yuzlerce fotograf sildim anılar diyarından ve tanri deklanşöre dokundu, patlamadı flaş.
ve tanrıların aşka oruç günü geldi çattı, "ezan-ı aşk"ın okunmasına daha çok vardı.