2 Ekim 2008 Perşembe

Locard Teoremi

her yanım aydınlık, otobusun orta kapısının tam karsısındaki koltugun sol tarafındayım, burnum cama yapısık.. iyi bir hızla gidiyoruz, hava da yeni kararmıs, etrafta ayaz kokusu. o kadar aydınlık, camdan kendimi gorebiliyorum. iyi gidiyoruz. bacaklarımın arasında mağaza çantası; içinde de gomlegim, atletim, donum var. guzel kokuyorlar, çünkü o kadar kotu kokuyorlardı ki üstlerine parfüm sıktım. şimdi mis gibiler, kokladıkca koklayasım geliyor. kucagımda da bilgisayar cantası. siyah, fermuarı bozuk. cok ağır yalnız, bacak kıllarım derime yapışmıstı. kaşıyorum, uff hem de nasıl, kaşıyorummm, offff. cama bakıyorum, nasıl komiğim, kendimi goruyorum.. bir tek ben gülmüyorum ama, sen de gülüyorsun. sonradan farkettimm. harbiden bana gülüyorsun, hah, taksideki kız.. bana bakıyorsun, görüyorum.hah..

zaman oldukça yavaşladı, etrafımdaki insanların seslerini en kalın ve yavşak halleriyle işitiyorum, söndü bütün ışıkları otobüsün, sadece yeşilimsi ve mavilimsi gece lambaları var, çok yavaş ilerliyoruz, solumdan geçen arabaların arkasındaki kırmızı fren lambaları bir fırçayla şerit çekiyorlar sanki, sonra o şerit kayboluyor. Başım dönmeye başladı, bir yenisi daha, bir ileriii bir geriii, şeritler çekiliyorr ve kayboluyor.. içerisi iyice hararetlendi, nefesimdeki hayat taneleri camın bana bakan tarafında su damlalarına dönüştü, nokta nokta damla oldu. Kendimi tamamiyle gorebiliyordum bir süre önce, şimdi ise, nazar boncukları gördüğüm.

heheyyy, hala ordasın.. seni de hararet bastı, şimdi titremeye başladın, bana bakıyorsun, gözlerinde bitip, tüylerinde var oluyorum, hissediyor musun? kulaklarında belki de bir keman sesinin en iç gıcıklayıcı tonunu duyuyorsun, yukardan aşağıya defalarca salınım yapan yayın tellerinde kaybolmak istiyorsun.. bana bakıyorsun, off hararet bastı, her şey hızlanıyor, her şey, ben de hızlanıyorum, otobüs şoförü bastıkça basıyor, önü bomboş, offf, ben de basıyorum, bazen önümde kalıyorsun bazen arkamda, bense sağa ya da sola dönmeni istemiyorum. hah, bana bakıyorsun yaaaa, hissediyorsun, yutkundun, benden aldığın göz taneleri şimdi boğazından vucüduna karışacak.

-hayır, yapamam yapamam, buna izin veremem, kendimi riske atamam, burda kapanmalı, burda son vermeliyiz!
-neden neden! bu çok farklı ama, bu bildiğin bir gül değil, bu bildiğin bir toprak da değil, dünyanın en güzel gülünü yetiştirebiliriz burda, neden görmüyorsun nedennn!
-hayır, güzel ama, böyle bir gülü dikemem ben, burda diktirmem, bunun vebalini kendime alamam. sen dikiyorsan dik, ben yokum.


nice güller ektin gördün mü? dalından tutup koktun mu? nice güller bitti gördün mü? paçalarını sıyırdılar, gül suyu kokuyordu dört bir yanım, uzadıkça uzadı dikenleri, kaçış yok, batıyorlar, batıyorlar her bir yanıma, paçalarını sıvamış, gül suyu kokuyorlardı, omuzlarında havluları, yok muydu benle ilgilenecek birileri, heyyyyy, burdayımmm, bakmayacak mısınız buraya, heyyy.. kalbime yediğim diken sondu, gül suyu kokuyordu her yanım, omuzlarında havluları, paçalarını sıyırmışlar.. nice güller ektin gördün mü?

ah taksideki kız, ah be güzel kız, yapılır mı şimdi bu, sen sola dönüp bana ellerini sallarken, kırmızı ışıktaydım ben. yakalayamadım ucundan parmaklarını, kapamadım tohumlarından bir tane. güzel kokulu güller çıkardı o tohumlardan, dikensiz, paçaları toprağa basan.. ah minik kız, ah şeker kız, bitirdin beni, yaktın beni. soğuyordu hava, camın benden tarafındaki damlalar yok olmuştu, nazar boncuklarından eser yoktu, salgın ışıklar sönmüş, yerini aydınlık parlak ışıklara bırakmıs, camda kendimi gördüm, önümdeki çantanın bozuk fermuarı iyice açılmış, bilgisayar düşmek üzereymiş, mağaza çantama attıgım şişe suyu farkettim, en altta kalmıs, cıkardım, uff mis gibi kokuyordu, hah, atletim donum kadar, hah, buz gibi olmuş uuuufff, içtim...

orta kapı açıldı, ineceğim durağa gelmişim, ayaz kokusu doldu içeri, ımmmm, hala seni görüyorum küçük kız, her yerimdesin, parmak uçlarındaki tohumların izi var dudaklarımda, kokusu var en sevdiğim gülün burnumda.
her yanımda parmak izlerin, nereye dokunduysan, nereye bastıysan, arkada ne bıraktıysan, farkında olmasan bile, aleyhine sessiz birer tanık bıraktıkların. Yalnızca parmak izlerin değil, saçların, elbisenin lifleri, kırdığın bardağın parçaları, kullandığın aletin izi, bütün bunlar ve dahası... Aleyhine dilsiz birer tanıktır. Bunlar unutulmayan tanıklardır. Heyecan anında aklı karışmayan tanıklardır. İnsan tanıkların varlığı bile onları yok edemez. Bunlar fiziksel delillerdir. Fiziksel delil yanılmaz. Yalan söylemez. Belki yalnızca yanlış yorumlanabilir. Ancak ve ancak insanlar tarafından aranırken, incelenirken, ne olduğu anlaşılmaya çalışılırken yapılan hatalar yüzünden değerlerinden kaybedebilirler.

"bir ortamı terk eden bir kişinin orada bulunduğuna dair iz bırakmaması ya da üstünde o ortamdan bir şeyler alıp götürmemesi mümkün değildir."

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Eğer ortada bir suç varsa, bulunduğun yere bıraktığın parçalardan değil yanında götürdüğün zerrelerden kaynaklanır.

Investor dedi ki...

...ve o zerreler büyür..büyür..büyür...

taki teslim olana kadar..