20 Ekim 2008 Pazartesi

içimizdeki 'son' özlemi

sonu beklerken geldi sonlar, son buldu sona ait olmayan anlar...

duyuyorsun beni, okuyorsun beni, izliyorsun. gözlerimi kapatıp yanımdan ojeli tekerleklerin yuvarlandığı yolun kaldırımında kısa adamlarla yürürken, kalbim aksi hamlelerini yineledi. yavasça yürümenin verdigi asabiyet ve adrenalin kalp atışlarımı hızlandırdı. yavaş yürüdükçe attı kalbim, parçalandı. kapalıydı hala gözlerim, göz tanelerim kapkara bir ekrana bakıyordu, ekranın sol kenarındaki imleç, yanıp yanıp sönüyordu, parmakların uçlarında yazılmaya hazır olmayan kelimeler beynimde akıyordu. Sen sağ arka köşemden hayatın adiliğini izleyeceğin yere geçerken ben yazılmamış, nasıl yazılacagı belli olmayan hayatımı bekliyordum kapkara ekranda...Anların bir gün dilimi bitirdiği zamanlardı bunlar, Pürüzsüz Adem Elması'nın ikinci bölümü yazılmış, çizilmiş, çoktan perdelenmişti....

çok saatler önce....

çektiler silahlarını, vuruştular! vuruştular! kimseler yok burada, dünyevi pislikler yok, tozlar bulutlar yok! bir iki saat önceden yıkamışlardı orayı, her yer temiz, çektiler silahlarını, çektiler. kimsenin haberi yok bu olanlardan... tanrılar yere indi gördün mü? sessizlikler bozuldu, kalemler kırıldı, tanrılar yere indi duydun mu? ard arda geliyordu hamleler, keskin sözler, derin yaralar, bıçak sırtı ikilemler, açıklamalar. peşpeşe geldi hepsi, tanrılar vuruşuyordu, boşalıyordu tanrılar!

uzun sürmedi... süremezdi, damlamaya başlayınca kabullenmişliklerin suyu, vurulur muydu? damlamaya başlayınca ümitsizliklerin suyu, kovulur muydu? tanrılar, birbirini seven tanrılar, temizlediler etrafı, eser yoktu sonu getiren düşüncelerden, pürüzsüzdü adem elması, özlenilen..

sarıldılar tanrılar, yalvardılar tanrılar, annelerini çağırdılar, babalarını andılar, sarıldılar tanrılar, koklaştılar tanrılar, bağıra bağıra ağladılar tanrılar!

depremler kopuyordu yer yer, sallantılar irili ufaklı sürüyordu, inlemeleri kaçırıyordu pislikleri, eser yoktu sonu getirenlerden. mümkünmüş böyle bir hayat(?) uzaklarda, habersiz, görünmeyen ötelerde..

çook saatler sonra...

bakma yürüdüğüme, iki gözüm de arkamda. çıkarken basamakları adım adım, duvara vurdum sol böbreğimi, bir ah! çektim, bozmuşum kafayı yine, yakaladım kendimi, oğlum, yanlış oynuyorsun hala şu tetrisi.. bir ah çektim. sonlar geldi yine aklıma, ferudun geldi aklıma.. ulan ferudun, ulan ferudun, adam mısın!

Sonların adamı ferudun, sen an'ı yaşayamazsın ferudun, çünkü sen yanlış seviyorsun ferudun, sen yanlış sözler yazıyorsun ferudun. sen sonların adamısın ferudun!

Söz ver duma öyle bana söz ver/ bakışına kanmam artık söz ver/çok zor soru değil bu hadi çözver/ birlikte ölecek miyiz?

ne istiyordun ferudun! bu şarkıları bize sen okuttun ferudun! son hazırladın kendine, bana hazırladıgın gibi. neyi istiyordun ferudun! acelen neydi feridun!

sonra, sonra zırlamaya başladın ferudun;

Belki güneş bir gün bizim için doğar/Belki korkuları hayallerimiz boğar/O masal günü gelinceye kadar; susuyorum/Susadıkça yüzün düşer aklıma/Korkar oldum düşlemekten

Gel bak bir elimde gökyüzü var hala/Ötekinde kayıp giden yıldızlar la la/Korkular da benim umutlar da/Beni bırakma

ne diyorsun sen ferudun! ne zırvalıyorsun ferudun! sana hareketler cekiyorum ferudun! sonları sen hazırladın be biraderim, insanlara söylettin, allah belanı vermesin ferudun!

sonlar son getirir hep, sonu düşlemek sondur. ayrılıklar, ölümler son değildir, son gibi görünenler, düşlenenlerdir. konuşuldukça gerçekleşti sonlar, halbuki, sonu yok hayatın, yaşananların, bir doğum gibi görmeli, bir süreci yaşar gibi yaşamalı. sonu düşünerek tamamlanmamalı yaşamlar. çünkü düşündüğün sonlar, son olmadı hiç bir zaman. ne bilim, belki de mümkündür bu yaşamlar, dünyevi pisliklerden uzak hayatlar, el ele kol kola tanrılar, gözlerden uzak, koklaşırlar.. az zaman da olsa gerçekleşti bu yarınlar, belki de, belki de yaşanacak sonları olmayan, pisliksiz, pürüzsüz zamanlar...

15 Ekim 2008 Çarşamba

Biriktirilenler: Ekşi bir oyunun içinde oyunmuş ardından kalan

ardından kalanların bir kısmını daha akıttım bu gece boğazın serin sularına.. bitmemiş nefretim, hınçlarım.. ben farketmeden oynanıyormuş bu tetris, oyunun içindeki oyunmuş meğersem.. yaşananlar, hepsi gözlerimden boğaza aktı bu gece.. burnumda sümüğümle buluştu, dilimin ucuna vardı. Ekşiymiş tüm olanlar, kayıp gitti boğaza doğru. çıkardım peçetemi, sildim burnumu. bitmemiş ama, hala bitmemiş, şimdi kalanını çıkaracağım, burnumu çekmeyip, sümküreceğim...


Bütün utangaçlığımla, seviyesizliğimle, en adi tarafımla küfredeceğim size ey şerefsizler! Görüyor musunuz şu yandaki resmi? Görüyor musunuz ey yobazlar! ey din tüccarları! bire dümbükler! bire aşağılıklar! Görüyor musunuz! Bu çocuk kadar olabildiniz mi hiç bir zaman? Bu çocuk kadar doğal kalabildiniz mi? Gerçekçi olabildiniz mi? Bizden diyebildiniz mi? Ey adiler! Şu çocuk kadar temiz misiniz? Bre pezevenkler, şu çocuk kadar dünyayı sevdiniz mi! İnsanları sevdiniz mi! Bu benim yeğenim. Ona baktıkça eriyorum günden güne, ağlıyorum, siz ağlayabildiniz mi lan eyy din satıcıları, yozlar, tanrısızlar! Kullandınız ulan beni, yeğenimi de kullandınız! Ne istediniz lan benden! Neeee! Ne istediniz yeğenimden! Neyimizi vermedik ulan size! Kendimiz için ne istedik! Ama siz, bire kahpeler, bire bu oyunu oynayanlar, sizler hep istediniz, kendinizi göklere çıkardınız, hep kendinize istediniz. Bencilsiniz ey kahpeler! Kendi huzurunuzdan, kendi mutluluğunuzdan başka bir şey istemediniz! Bir gün olsun sevdiniz mi! Bir gun olsun! Hayatımı çaldınız ibnetörler! Sevdiklerimi çaldınız şerefsizler! Bütün sümüğümü yüzünüze fırlatiyorum!


Hala ekşi her şey, seviye düştükçe sıradanlaştı kelimeler, adileşti cümleler, an be an eridi bu adam. Hiç sorun değil. Bu son! Buraya kadar. Hepinizin suyuna turp suyu sıkayim! Beş para etmez herifler, kadınlar. Azıcık utanın da, biraz titreyin. Biz kimseye git demedik, kovulan olduk. Sevdik, satılan olduk. Bitti artık ey yavşaklar! Size karşı bu kadar adiyim, bu kadar utanmazım, bu kadar da kötü konuşuyorum ey yobazlar! Bitti. Masalın sonu geldi, ne arayın ne sorun beni. Gidin uzaklarda, yakınlarda aşık olun birilerine, sevgi cümleleri kurun, sevişin, koklaşın. Ekşi ekşi yaşananlarınıza biraz olsun insanlık ekleyin bre hayvanlar!


Burada yazılanlar bir çok şeyin kısa yoludur, tembelliktir, adiliktir, seviyesizliktir, adam üzmecedir, silmecedir, isyana doğumdur, dünyaya hayvanca bakmaktır, bebek kadar olamamaktır.


Özür diliyorum ey insanlar, insan bildiklerim. Utanıyorum kendimden ve de yeğenimden. Ama bu sondu, ardından kalanların son kısmını da bıraktım boğazın derinliklerine böylece..


Bir fırt daha çekti sigarasından.. Bakarken üstünden arabaların geçtiği meyhanenin yanıp sönen ışıklarına, sarıldı yanında dizini sıvazlayan gelinciğe. Bir fırt daha çekti sigarasından, bir damla daha bıraktı, ekşiydi, ekşiydi, meğersem hep ekşiymiş, düzmeceymiş, oyunun içinde oyunmuş ardından kalan. esnedi, iyice esnedi, bütün nefesi burnundan çekti, kapattı günlüğünü.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Tetris

Zeytin dalı uzatıyorum öfkelerime, hınçlarıma, pisliklerime, kederlerime, nefretime. korkuttunuz beni, titrettiniz, içkiler ve sigaralar içirdiniz.. Defalarca, defalarca ağlattınız beni, tutmuyor ellerim, kapatamıyorum yüzümü, yürüyemiyorum, ağrıyor ayak parmaklarım, ayak serçe parmağım, bir masanın demirine çarpmış gibi...

Ne zamandır söylüyorum kendime, hızlanıyor bu oyun, yetişemiyorum, biriktiriyorum bütün harflerimi. Yan yana getiriyorum Z'leri, T'leri, N'leri.. üstüste koyuyorum, eviriyorum çeviriyorum, tekrar tekrar koyuyorum. Yeni yeni katlar çıkıyorum, katmanlar yaratıyorum, hızlanıyor bu oyun, sıklaşıyor Z'ler, delik deşik ekranım, delikli her yanım, yürüsem bu duvarlarda bir düşerim bir çıkarım...

Tut kolumdan da çek bir kere olsun, acıyor dedim parmaklarım, acıyor her bir damarım, uyuşturuyor kanımı bu damarların içinde ne varsa. Diyorum kendime, oğlum biriktirme bunları, dağıt kenarlara, yüklenme bu kadar parmaklarına. Ama yok, morardı parmaklarım, çivi çakarken parmağıma çekici vurmuş gibi...

Koşuyorum koşu bandında, normal seyrinde her şey, sakin ve tutarlı. Koşuyorum durmadan, dengeli ve sabırlı. Durur gibi oldum bugun. Bir anlığına bile olsa durdum. Geri geri sarmaya başladı her şey, tersine akıyordu bütün sular. Öylesine korktum öylesine ürperdim, dağılıverecekti bütün kumlar, yüzü görünecekti sakladığımın. O kadar kolaydı ki başa donmek, kendimi öylesine bırakmak yeterliydi. Bir an için durmak bile, oylesine sarstı ki beni, korktum, hayallerimde eski bir ben gördüm. korktum. açılıyordu yüzü perde perde, durma'larım artacaktı görüyorum. Donecektim geriye serpe serpe, iyi ki korktum, iyi ki korktum.

Hızlanıyor bu oyun. Üstüme üstüme geliyor harflerim. Yetişemiyorum, ilk bulduğum yere koyuveriyorum. Dağınıklar, anlattığım gibi, hangi tarafa çeksem bilemiyorum. Hızlanıyor hızlanıyor, neresi ki bunun sonu, belli değil mi sonu? Yeter küçük bir dokunuş en tepesine bu kompozisyonun.. Demedim mi sana birader? Biriktirmeyeceksin birader! Görmüyor musun bir yanın hep boş birader! Nereye kadar birader! Anlamıyor musun birader!

Tetriste çubuk beklemenin sonu "Game Over" dır....

7 Ekim 2008 Salı

Reenkarnasyon




söz vermiştim kendime, yazmayacaktım bıyıklarımı....terhisine 3 ay kala izne geldi bizim mustafa. Vatkalarının altına gizledi künyesini, çıkardı yeşil-bordo beresini, gitti anasının kucağına. istemedi arzuyla dolu bakışlarının kaynağının görünmesini, hayli askerdi ya, anam bilsin dedi, sadece anam. Mahalleden geçerken süzüyordu dört etrafı, oynuyordu pistoluyla, eskitmişti askerde, tam vaktiydi kurcalamanın, vatkasının altında künyesi, beresi yerde..


yatarak bekliyor bacaklarının arasından gelecek doğmamışı kadın. yürüyor ateşlerde buram buram yanıyor her bir yanı. sağa döndü olmadı, sola döndü olmadı, yeni yeni çıkıyordu bıyıkları, kaşındırıyordu seni, bıyıkları vardı senin fındık kabuğu rengi saçların gibi, kaşındırdı, kaşındırdı, bir gün vardı ermesine, kesmeliydi bıyıkları. orada eridi kadın, yanıyor bacakları tırnakları....


-git burdan, kimsin sen sapık, git!! evliyim ben, çocuklarım var, karnımda cocugum var..

-öpüversem bacaklarını, dokunuversem vücuduna, bırak gireyim...


pencerenin önünde bitivermiş, izliyordu azgın azgın. durduramadı kadın. bir hışımla atladı pencereden, uzun sürmedi ıslanması, yağıyordu yağmur tam tamına 15 aydır...


sabah saat yediyi gösteriyordu, komşunun çığlıklarıyla uyandı rüyasından kadın. ölmüş bizim mustafa terhisine 3 ay kala, anası bulmuş yatağında, elinde pistolü, tutuyormuş sımsıkıca..ananın çığlıklarını susturdu kadınının feryadları, pencerenin kenarında doğurmuştu doğmamışı..


kestim bıyıklarımı, bir ay kadar oldu, şimdi niceleri çıkıyor en tazesinden. söz vermiştim kendime yazmayacaktım bıyıklarımı, anamın gülmeden seviştiği zamanlarda nasıl doğduğumu yazacaktım.. sen kırdığın an fındık kabuğu rengindeki saçlarını, özgür bıraktın her daim yeniden doğmalarımı...

2 Ekim 2008 Perşembe

Locard Teoremi

her yanım aydınlık, otobusun orta kapısının tam karsısındaki koltugun sol tarafındayım, burnum cama yapısık.. iyi bir hızla gidiyoruz, hava da yeni kararmıs, etrafta ayaz kokusu. o kadar aydınlık, camdan kendimi gorebiliyorum. iyi gidiyoruz. bacaklarımın arasında mağaza çantası; içinde de gomlegim, atletim, donum var. guzel kokuyorlar, çünkü o kadar kotu kokuyorlardı ki üstlerine parfüm sıktım. şimdi mis gibiler, kokladıkca koklayasım geliyor. kucagımda da bilgisayar cantası. siyah, fermuarı bozuk. cok ağır yalnız, bacak kıllarım derime yapışmıstı. kaşıyorum, uff hem de nasıl, kaşıyorummm, offff. cama bakıyorum, nasıl komiğim, kendimi goruyorum.. bir tek ben gülmüyorum ama, sen de gülüyorsun. sonradan farkettimm. harbiden bana gülüyorsun, hah, taksideki kız.. bana bakıyorsun, görüyorum.hah..

zaman oldukça yavaşladı, etrafımdaki insanların seslerini en kalın ve yavşak halleriyle işitiyorum, söndü bütün ışıkları otobüsün, sadece yeşilimsi ve mavilimsi gece lambaları var, çok yavaş ilerliyoruz, solumdan geçen arabaların arkasındaki kırmızı fren lambaları bir fırçayla şerit çekiyorlar sanki, sonra o şerit kayboluyor. Başım dönmeye başladı, bir yenisi daha, bir ileriii bir geriii, şeritler çekiliyorr ve kayboluyor.. içerisi iyice hararetlendi, nefesimdeki hayat taneleri camın bana bakan tarafında su damlalarına dönüştü, nokta nokta damla oldu. Kendimi tamamiyle gorebiliyordum bir süre önce, şimdi ise, nazar boncukları gördüğüm.

heheyyy, hala ordasın.. seni de hararet bastı, şimdi titremeye başladın, bana bakıyorsun, gözlerinde bitip, tüylerinde var oluyorum, hissediyor musun? kulaklarında belki de bir keman sesinin en iç gıcıklayıcı tonunu duyuyorsun, yukardan aşağıya defalarca salınım yapan yayın tellerinde kaybolmak istiyorsun.. bana bakıyorsun, off hararet bastı, her şey hızlanıyor, her şey, ben de hızlanıyorum, otobüs şoförü bastıkça basıyor, önü bomboş, offf, ben de basıyorum, bazen önümde kalıyorsun bazen arkamda, bense sağa ya da sola dönmeni istemiyorum. hah, bana bakıyorsun yaaaa, hissediyorsun, yutkundun, benden aldığın göz taneleri şimdi boğazından vucüduna karışacak.

-hayır, yapamam yapamam, buna izin veremem, kendimi riske atamam, burda kapanmalı, burda son vermeliyiz!
-neden neden! bu çok farklı ama, bu bildiğin bir gül değil, bu bildiğin bir toprak da değil, dünyanın en güzel gülünü yetiştirebiliriz burda, neden görmüyorsun nedennn!
-hayır, güzel ama, böyle bir gülü dikemem ben, burda diktirmem, bunun vebalini kendime alamam. sen dikiyorsan dik, ben yokum.


nice güller ektin gördün mü? dalından tutup koktun mu? nice güller bitti gördün mü? paçalarını sıyırdılar, gül suyu kokuyordu dört bir yanım, uzadıkça uzadı dikenleri, kaçış yok, batıyorlar, batıyorlar her bir yanıma, paçalarını sıvamış, gül suyu kokuyorlardı, omuzlarında havluları, yok muydu benle ilgilenecek birileri, heyyyyy, burdayımmm, bakmayacak mısınız buraya, heyyy.. kalbime yediğim diken sondu, gül suyu kokuyordu her yanım, omuzlarında havluları, paçalarını sıyırmışlar.. nice güller ektin gördün mü?

ah taksideki kız, ah be güzel kız, yapılır mı şimdi bu, sen sola dönüp bana ellerini sallarken, kırmızı ışıktaydım ben. yakalayamadım ucundan parmaklarını, kapamadım tohumlarından bir tane. güzel kokulu güller çıkardı o tohumlardan, dikensiz, paçaları toprağa basan.. ah minik kız, ah şeker kız, bitirdin beni, yaktın beni. soğuyordu hava, camın benden tarafındaki damlalar yok olmuştu, nazar boncuklarından eser yoktu, salgın ışıklar sönmüş, yerini aydınlık parlak ışıklara bırakmıs, camda kendimi gördüm, önümdeki çantanın bozuk fermuarı iyice açılmış, bilgisayar düşmek üzereymiş, mağaza çantama attıgım şişe suyu farkettim, en altta kalmıs, cıkardım, uff mis gibi kokuyordu, hah, atletim donum kadar, hah, buz gibi olmuş uuuufff, içtim...

orta kapı açıldı, ineceğim durağa gelmişim, ayaz kokusu doldu içeri, ımmmm, hala seni görüyorum küçük kız, her yerimdesin, parmak uçlarındaki tohumların izi var dudaklarımda, kokusu var en sevdiğim gülün burnumda.
her yanımda parmak izlerin, nereye dokunduysan, nereye bastıysan, arkada ne bıraktıysan, farkında olmasan bile, aleyhine sessiz birer tanık bıraktıkların. Yalnızca parmak izlerin değil, saçların, elbisenin lifleri, kırdığın bardağın parçaları, kullandığın aletin izi, bütün bunlar ve dahası... Aleyhine dilsiz birer tanıktır. Bunlar unutulmayan tanıklardır. Heyecan anında aklı karışmayan tanıklardır. İnsan tanıkların varlığı bile onları yok edemez. Bunlar fiziksel delillerdir. Fiziksel delil yanılmaz. Yalan söylemez. Belki yalnızca yanlış yorumlanabilir. Ancak ve ancak insanlar tarafından aranırken, incelenirken, ne olduğu anlaşılmaya çalışılırken yapılan hatalar yüzünden değerlerinden kaybedebilirler.

"bir ortamı terk eden bir kişinin orada bulunduğuna dair iz bırakmaması ya da üstünde o ortamdan bir şeyler alıp götürmemesi mümkün değildir."